10 Ekim 2013 Perşembe

DEVEDE KULAK KİNAYELER




İkizler o kadar süratli ilerliyordu ki temmuz ayına varır varmaz adeta bir yengeç misali yan yan yürümeye başladılar. Ardından aslanlar gibi ağustos geldi derken buğdaylar başaklanmaya başladı eylülî günlerde.  Daha sonra ise yaz ve kış aylarının arasında tabir-i caizse bir terazi vazifesinde olan o kasvetli ekim ayı geldi. Geldi ama hoş mu geldi, orasını bilemem…
Kayıt işlemlerini halletmek gerçekten evliya sabrı gerektiriyor şu bizim Yeditepe’de. Her şey için ayrı doküman lazımdır ve bunları almak için de bankalardaki gibi bir makine yardımıyla numara almak gereklidir. Lakin şöyle bir durum asla yadırganamaz ki o an işlem yapılan numara ile aranızda en az yüz kişi vardır ve bundan dolayı sırada bir adım dahi ilerleyemezsiniz. Bir kâğıt parçası yahu? Sanırım içeride muhtelif bitkisel maddeleri hamur durumuna getirmek için uğraşmıyorlardır ya? İnsan okuduğu okulu yerden yere vurur mu diye arkamdan konuşulanları duyar gibiyim. Hazan mevsiminde hüsne ihtiyaç varken hüzne ne hacet değil mi? Fakat siz de benim gibi birazdan olacaklar karşısında tabularınızı yıkmaya hazır olun.
Nefes almayı unuttuğum o binadan çıkar çıkmaz okulumun hayranlık uyandıracak kampüsü beni çoktan pozitif kutbuma çevirmişti bile. Az önce olumsuz adlandırdığım üniversitemi izninizle şöyle taçlandırayım. Yeditepe Üniversitesi; doğanın bütün renklerine bürünmüş, her bir köşesi Selçuk mimarisi ile tasarlanmış İstanbul’un en nezih eğitim kurumlarından biridir.
Uzun lafın kısası; -madem kısası vardı niye uzattın yargınıza karşı en içten özrümle devam edeyim. Malî işlemleri tamamladıktan sonra yurt kaydımı yapmak için okulun çamlığından geçerken derin düşünceler içerisindeydim. Belki klasikleşmiş bir lakırdı olacak ama o an saadetimi tanımlamayı beceremediğimden ve başka türlü de ifade edemeyeceğimi zannettiğimden, içimden bir ses bana:  “Artık sen de bir üniversitelisin, yıllarca çalışıp hayalini kurduğun istikbalinin ilk safhasındasın” diyordu.
Yurt yolunda iç sesimle hoş bir sohbet eşliğinde ilerliyordum. İlerliyordum dememe bakmayın siz; içimde kelebekler uçuşuyordu sanki ve ben onları yakalayacak gibiydim neredeyse. Evet, bir tür mutluluk projesi içinde olduğumu düşünmenizi istiyorum. Kuş cıvıltıları bana eşlik ederken çamların gölgesinde serinledikten sonra nihayet yurduma varmıştım. Güvenlikten elinde en sevdiği çikolatayı yemeyi bekleyen çocuğun sevinci misali bir coşkuyla geçtim. Gerekli işlemleri tamamladıktan sonra odama geçmek için asansörü çağırdım.
Sakın ahım şahım bir oda olarak sanmayın burayı! Tipik otel odalarını gözünüzde canlandırmanızı istiyorum.  Girişinde ufak bir banyo karşısında elbise dolapları olan, iki yatak ve iki çalışma masasından ibaretti sadece.  Aman Allah’ım! Yıllar burada nasıl geçecekti? Bir de yurt görevlileri bu tip odaları “içe bakan” diye nitelendirmişti. Bu yerde de nabza göre şerbet vermek bilinmiyor yahu.
Bu fikirleri kafamdan biraz olsun atıp, kendimle barışık olabildiğim ilk saniye elimdeki bavulları amansızca yere fırlatarak kendimi nasıl yatağa atmıştım görmeliydiniz. Yoğun düşüncelerimin birer kaygıya dönmemesi için uğraşıyordum. Oysa doğanın kucağında yurda gelene kadar haddi zatında ne kadar da tevazu içindeydim. 
Kendimi hoş tutma seansımı devam ettirmek istiyordum lakin saat gece yarısını geçiyordu.  Göz kapaklarım artık günün yorgunluğunu kaldıramaz haldeydi. İyi bir uyku çekmeyi düşünüyordum zira ertesi gün işler yolunda gitmeliydi. Yelkovan akrebi kovalamaya devam ederken ansızın uyuyakaldım; dudaklarımda bütün olumsuzluklara rağmen anlamsız bir tebessümle…


EMİR YAKAMOZ
   YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ
                                                                                                                                                       07.10.2013

0 yorum:

Yorum Gönder