Akrep gittikçe daha da çok
zehirliyordu o masum yelkovanı. Zavallı yelkovan on birdeki iki birin arasına
ulaştı. Artık geri sayım başlamıştı. Sadece yirmi dakikaya sahiptim. Ardından
büyük bir patlama gelecek, bomm! Hem de aklınızın asla alamayacağı büyük bir
gürültüyle… Oradaki hiçbir şeyden eser kalmayacaktı. Her şey hurdahaş olacak
atomlarına ayrılacaktı. Tahmin edebildiniz mi? Devasa bir bomm!
Tik tak tik tak… Her zaman işler
istediğiniz gibi gitmez değil mi?
Anladığınız gibi olay tahmin edeceğinizden çok daha vahimdi. Siyah bir
torba içinde oldukça iri bir nar kadardı patlayıcı. Dışı bakır rengi bir koli
bandıyla sarıp sarmalanmıştı. O mavili kırmızı tellerin birbirine sarılmasını
görmeliydiniz, nasıl da sanatkâraneydi!
Tik tak tik? Şimdi on beş dakikam kalmıştı. Yalnızca ben
kurtarabilirdim buradakilerin hayatını. Başka kimsenin haberi olmamıştı. Vakit
geçmesine rağmen hâlâ bir şey yapmamıştım. Peki, ama neden?
Tik tak! On dakikaya düştü işte…
Böyle mühim durumlarda daima elim ayağım birbirine karışırdı! Sanırım
heyecanlanmakta da bir hayli haklıydım, kısa ömrüm boyunca kaç defa böyle bıçak
sırtı bir an nasip olmuştu ki bana? Saatin bu sinir bozucu tik taklarından
ötürü bir senaryo üretemiyordum. Bilinçsizce odada bir aşağı bir yukarı volta
atmaya başladım. Dilsiz bir alfabe yürüyordu dudaklarımda. Polisi arasam
inandırabilir miydim? Belki de gülerlerdi. Ya da pencereyi açıp deliler gibi
bağırsam herkes benimle dalga geçerdi herhalde…
Tik… Kala kala beş dakika
kalmıştı işte, eyvah ki ne eyvah! Bre yelkovan! Ne kadar hızlısın, atlı mı
kovalıyor mübarek? Birden cevap
geldiğini düşünüyorum o uzun boylu çubuktan: “Ölümden kaçamazsın kısadır bir
bacağı, göz açıp kapayıncaya kadar siler alnındaki teri!” İşte o saniye böyle
bir cinayetten zevk alacak, katliam hobisi olan hangi mendebur herif ise bir
ton bedduama maruz kalıyor kalıyor. Hâlbuki ben küçükken ne kadar da korkardım
serçe parmağım uçacak diye elimden…
Hava sıcak bir taraftan, ter
kaşıntı yapıyor. Düşündüğüm zaman hep kafam kaşınır benim, çocukluğumdan beri
bu böyleydi. Kaşı Allah kaşı, kaşı babam kaşı! Lakin yapacağım bir şey
kalmamıştı, elim kolum bağlı bir şekilde sandalyede kalakalmıştım.
Olayı geliştirmek için
belirlediğim bu yirmi dakika sular seller gibi akmış ve bitivermişti. Bazen bu akış
yazarı esir eder derlerdi de inanmazdım. Ne yapalım! Çaresiz kalemi elime
alarak devam etmeye başladım. Amanın! N’oluyoruz yahu? Ne kalemi ne yazması
diye kulağımı çınlattığınızdan eminim…
Derken bomba müthiş bir gürültüyle patladı. Kopmuş
kollar bacaklar, parçalanmış kafalar, farklı farklı bedenlerden kopmuş değişik
parçalar serpilmişti.
Duvardaki saatime baktım. Kendime
bir yirmi dakika daha belirledim. Bu sefer, romanıma konu olan bu patlamanın
sonrasında gelişecek bir olay bulmalıydım. Okuyucum da merak uyandıracak bir
gelişme ve sarıldığınızda asla bırakamayacağınız bir olay…
EmirYakamoz
14.02.2014
21.01
0 yorum:
Yorum Gönder