3 Temmuz 2013 Çarşamba

Panzehir-i Edebiyat



Belki hayata gözlerini yeni açmış bebeklerine bakan ebeveyn heyecanıyla, belki yarım bırakılan asli bir görevi tamamlama arzusuyla, kim bilir belki de asla adlandıramayacağım bir korkuyla seçmiştim Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü. Hayatımın o zamana kadar olan evresinde edebiyatı o kadar yanlış adlandırmıştım ki; klasikleşmiş  “liselerde; hocaları genellikle asabi bir ders” tanımından öteye asla geçememiştim. Lakin her insanın hayatında bir dönüm noktası vardır derler, ya da insan kendini böyle kandırmıştır ya hep, işte ben bu yargıyı farklı olarak dönüm noktası değil de “hayata yeni bir bakış” olarak adlandırmak istiyorum.
2012 yılının Eylül ayında; bölümümün ilk dersine girene kadar olan süreçte “yanlış” nitelendirdiğim “edebiyat” kavramını işte aynı gün yıkmıştım.  Eylül’ü yılın dokuzuncu ayı diye adlandırmıştım fakat o günden sonra; ikişer yanı yeni çiçek açmış ağaçlarla kaplı toprak bir yol, etrafı sarı yeşil ve kahverengi üçlemesinin her tonunu içeriyor, hafif esen ve insanı hoş bir tebessüme iten rüzgarla gelen huzur…  Adım attıkça ayaklarıma sarı yapraklar anne şefkatiyle sarılıyor ve kendince danslarına katılmamı istiyorlar adeta… Önceleri yanlış adlandırdığım Eylül’ü işte şimdi böyle taçlandırıyorum.
Edebiyat ile tanıştığım o gün hayatımdaki bütün tabularımı yıkıyorum. Hayatı anlama ve anlatmanın en güzel yolu olan bir gönül işi olarak görmeye başlıyorum. Zaten ne de güzel ifade etmiş nobel ödüllü  yazarımız Orhan Pamuk “Dünyayı kelimelerle görme sanatı” diyerek edebiyatı. Ben de kendisine ek olarak “Malzemesi sözcük olan sanat” yargısını getiriyorum.
Hayatın ta kendisidir edebiyat. Edep kelimesinden gelmiştir ve ebedîdir! Ebediyete varan en güvenilir yoldur.  Sürekli keşfedilmesi gereken dipsiz bir kuyudur. Edebiyat insanı anlatma sanatıdır, insanı insana anlatma sanatıdır. İnsan eliyle yapılmış doğa harikasıdır. Sözcüklerle sayısız samanyolu yaratır, yıldızlarla arkadaş olur ve milyonlarca göktaşı düşürebilirsiniz edebiyatla.
Ve alanı o kadar büyüktür ki edebiyatın; duygularını ahenkli bir şekilde anlatırsın şiir olur, yaşadığın olayları gerçek ya da kurmaca bir biçimde uzunca yazarsın roman olur. Hikaye olur, makale olur…  Ya da ne bileyim “edebiyat karın doyurmaz” görüşüne karşı gelerek ekmeğini edebiyattan çıkaracak olan bizlerin ustalarımızdan çekinerek yazmaya çalıştığımız bu köşe yazısı(fıkra) gibi olur…
     Emir Yakamoz
09 Haziran 2013, 11:40

0 yorum:

Yorum Gönder